Psikoterapi, psikolog ve danışan arasındaki ilişkiyi temel alan iyileştirme yöntemi olarak görülür.
Bu destek insanların kişisel, ilişkisel, ailevi ya da iş kaynaklı duygusal zorluklarının üstesinden gelmelerine de yardım etmektedir.
Psikoterapi kelimesi her ne kadar bazı insanlar için olumsuz duygular uyandırıyor olsa da artan farkındalık düzeyiyle beraber kişiler için önemi artan bir hizmet haline gelmiştir. Psikoterapi desteği almaya başlama kararı çok da kolay olmayabilir, fakat bu kararı almamızda psikoterapi süreciyle ilgili bazı yanılsamalar bize engel oluyor olabilir.
Sanılanın aksine, psikolojik desteği almak için illa ”problemli” ya da ” duygusal alarak hasta” olmaya gerek yoktur. Eğer,
• Bunaltıcı, uzun süren çaresizlik ve mutsuzluk duygularıyla karşı karşıya kalıyorsanız,
• Kendinizi kaygılı, karamsar ve sinirli hissediyorsanız,
• İş hayatınızda sorunlar ve güçlük çekiyorsanız,
• Hayat kaliteniz eskisi gibi değilse,
• Aile ve sosyal ilişkilerinizde sorun yaşıyorsanız
• Davranışlarınız sizi madde yada alkol kullanmaya , sinirlenmenize ve diğer insanlara zarar vermenize yol açıyorsa bu destekten yararlanmayı düşünebilirsiniz.
Benim sunacagim Psikoterapi, size tarafsız, yargısız bir şekilde işbirliği yapmaya hazır olan, psikolog ile kendinizi rahat hissederek açıkça konuşabileceğiniz bir ortam sağlar. Boylece terapi süreci sayesinde daha sağlıklı ve işlevsel bir yaşama sahip olmanıza yardımcı olur.
Araştırmalara göre psikoterapiye başvuran danışan kisilerin terapi sürecinden yararlandıkları etkili bir görülmüştür.
Unutmayın ki hayataki problemleriniz ne olursa olsun bunaldığınızda, buna bir çözüm aradığınızda yalnız değilsiniz. Bu sundugum destek türü kendinizi sıkışmış hissettiğiniz durumdan, sizi sorunlariniza anlam veren kurtarmaya yarayan bir araçtir. Ayrica kendinize yapabileceğiniz en iyi yatırımlardan biridir.
Benim sunacagim destek alanımda yetkin ve deneyimli bir uzmanim, etik çerçeveyi koruyarak size yardımcı olmak hedefimdir.
Çalışma alanlarımdan bazıları yetişkinlerle ağırlıklı Depresyon, İlişki sorunları, Ailevi Sorunlar, Kaygı bozuklukları, Iliski problemleri, Stres, Ayrılık ve Yas Süreci, Panik atak, Korkular, Obsessif Kompulsif bozukluk (OKB),Öfke Yönetimi, Travma, İstismar, Kayıp, Duyguları İfade Etmede Güçlük, Kararsızlık, İletişim Problemleri, Psikosomatik sikayetler ( Psikolojik kokenli bedensel sikayetler), Yas Sureci, Aile ile Yaşanan Çatışmalar, İçe Kapanıklılık, Özgüven Eksikliği, Çekingenlik, Gelecek Kaygıları gibi konuları içermektedir.
Sosyal Fobi
Bir kaygı bozukluğu olan sosyal fobi, toplum tarafından yargılanma ve beğenilmeme korkusuna bağlı olarak sosyal ortamlarda bulunmaktan kaçınma isteği ile karakterizedir. Bu hastalar toplumdaki bireylerin kendileri hakkında beceriksiz, aptal, çirkin gibi olumsuz yargılamalar yapacağı düşüncesiyle toplum karşısında konuşma yapmaktan veya bir kişiyle karşılıklı konuşmaktan büyük bir korku duyarlar.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Doğal afethk, kaza, taciz, işkence, saldırı gibi travma oluşturan olaylardan sonra uykusuzluk, anıların sürekli olarak hatırlanması, kolay irkilme, kabus görme ve geleceğe karşı umutsuzluk gibi durumların yaşanması, travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılır. Bazı durumlarda buna depresyon ve anksiyete bozuklukları da eşlik edebilir. Hastalığın tedavisinde psikoterapiler ve ilaç tedavisi yer alır.
Yeme Bozuklukları
Beden algısı ve benlik saygısında düşüşe bağlı olarak bireylerde Anoreksiya Nervoza ve Bulimiya Nervoza adlı yeme bozuklukları gelişebilir. Anoreksiya Nervoza’da aşırı zayıf bir bedene sahip olmak istemeye bağlı olarak çok düşük kalorili beslenme, yüksek yoğunlukta ve aşırı düzeyde egzersiz yapma, zayıflamak için laksatif (ishal yapıcı) ilaçlar kullanma gibi davranışlar söz konusudur. Bulimiya Nervoza’da ise aşırı yeme atakları, ardından gelen pişmanlık hissi ile istemli olarak kusma davranışı vardır. Tıpkı Anoreksiya Nervoza’da olduğu gibi zayıflama arzusu ile laksatif kullanımı, aşırı egzersiz ve aç kalma davranışları görülmekle birlikte Anoreksiya Nervoza’dan farklı olarak Bulimia Nervoza hastaları hafif şişman veya normal kilodadır. Tedavide psikiyatrik tedavi en önemli paya sahip olup hastalığa bağlı olarak gelişen komplikasyonlar ve beslenme düzeninin sağlanabilmesi için farklı tıbbi birimlerden de destek alınır.
Yas Reaksiyonları
Sevilen bir kişinin vefatı, ayrılık ve boşanma gibi yaşamı derinden etkileyen ve geri döndürülemez olaylarda hissedilen yıkım ve yas, tüm insanlarda görülen doğal bir tepkidir. Birkaç hafta içerisinde hafiflemesi beklenen bu tablonun, derin üzüntü veren olaydan 3-6 ay sonra dahi kişide aşırı üzüntü, mutsuzluk ve acı duyma, öfke ve düşmanca tavırlara neden olması durumu ise patolojik yas olarak tanımlanır ve psikiyatrik tedavi gerektirir
Narsisizm
Dünden bugüne psikoloji alanında sıklıkla incelenen ve merak duyulan bir konu olmuştur. Narsisizm terimi, bir Yunan efsanesine dayanmaktadır. Bu efsaneye göre, Narcissus genç ve yakışıklı bir erkek olduğu için, çevresindeki tüm periler ondan etkilenmiş ve ona aşık olmuşlar. Echo da ona aşık olan perilerden biriydi. Ancak Narcissus diğer periler gibi Echo’ya da karşılık vermeyip onu reddedince, Echo üzüntüden gün geçtikçe zayıflamış ve sonunda ölmüştür. Ondan geriye sadece sesi kalmıştır. Bunu gören Tanrılar, Narcissus’a bir ceza vermeye karar verirler. Bir gün nehirden su içmek isteyen Narcissus, sudaki yansımasını bir su perisi sanır ve ona aşık olur. Aslında sudaki kendi yansımasına duyduğu bu aşka karşılık alamayan Narcissus, aynı Echo gibi günden güne erir ve sonunda ölür.
Narsisizm, genel olarak ‘kendini sevme’ olarak tanımlanmaktadır. Ancak kişinin kendini sevmesi, dengeli bir içsel dünyaya sahip olmasına ve dolayısıyla daha doyurucu ilişkiler yaşamasını sağlamaktadır. Patolojik narsisizm ise, kişinin özellikle yakın ilişkilerini, iş ve aile hayatını olumsuz yönde etkileyen bir kişilik yapılanmasına işaret eder. Bir diğer deyişle, narsisizm her insanda var olan sağlıklı bir yapıya işaret ederken; kişinin ilişkilerinde, iç dünyasında sorunlara neden olduğu noktada, patolojik narsisizmden bahsedilebilir.
Narsisistik bireyler; kendilerinin çok önemli olduğu duygusunu taşırlar. Sınırsız başarı, güç, zeka ve güzellik hayalleri kurarlar. Özel ve eşi bulunmaz biri olduklarına, ancak kendileri gibi özel insanlarla arkadaşlık edebileceklerine inanırlar. İlişkilerinde kabul görmeye, sevilmeye dair yoğun bir ihtiyaç hissederler. Güzellik, başarı, zeka gibi sahip oldukları değerler, diğer insanlar tarafından onaylanmayınca hayal kırıklığı yaşar ve yaşamdan keyif alamaz hale gelirler. Diğer insanlar tarafından hayal kırıklığına uğratıldıklarında ya da terk edildiklerinde, üzülmek yerine öfke ile tepki verirler. Sürekli olarak hayran olunmaya ihtiyaç duyarlarken, kendileri insanların duygularını anlamak ve empati kurmak konusunda ciddi sıkıntılar yaşarlar. Çoğunlukla diğer insanları kıskanırlar ya da diğer insanlar tarafından kıskanıldıklarına inanırlar.
İş ve arkadaşlık ilişkilerini daha az sorunla yürütebilseler de, en ciddi sıkıntıyı romantik ilişkiler içerisinde yaşarlar. Sıklıkla psikoterapiye başvurma nedenleri de, duygusal ilişkilerinde yaşadıkları sorunlardır. Bu kişiler, partnerlerini aşağılama ve kendilerini üstün görme eğilimindedirler. Ancak partnerlerinin güzel, çekici, başarılı ya da ünlü olması gibi, hayranlık uyandırıcı özelliklere sahip olmasını beklerler. Çünkü partnerlerinin bu özelliklere sahip olmasını, kendi mükemmel oluşlarının bir kanıtı gibi deneyimlerler. Partnerlerinin istek ve ihtiyaçlarına saygı duymazlar, iç dünyalarına dair bir merak hissetmezler. Kendi özelliklerine dair hayranlık duyulduğunu görmeye sürekli bir ihtiyaç duyarlar. Ulaşamadıkları bir insanla karşılaştıklarında, çok tutkulu bir aşık haline gelebilirlerken; o insanla bir ilişkiye başladıklarında ilgilerini kaybedip, sıkılabilirler. Terk edilmeye ve reddedilmeye karşı oldukça hassastırlar. İncindikleri durumlarda partnerlerini affetmek yerine onlardan uzaklaşma eğiliminde olurlar İlişkiyi karşılıklı yaşanan bir duygu alışverişi olarak görmek yerine partnerlerini; kendilerinin kibirli ve kayıtsız hallerini onaylamakla yükümlü bireyler olarak görürler.
Cinsellik, duygusal ilişkilerin bir diğer önemli öğesidir. Narsisistik bireyler cinsel hayatlarında da; partnerlerinin isteklerini önemsememe, kendi cinselliklerine abartılı özellikler yükleme gibi davranışlar sergileyebilirler. Cinselliği duygusal yakınlığın bir parçası olarak görmedikleri için, partnerlerini aldatmaya ve yeni cinsel maceralar aramaya daha eğilimli olurlar.
Günümüzde romantik bir ilişki kurabilmek, bu ilişkiyi yürütebilmek yeterince zor bir hale gelmişken; narsisistik bireyler için bir ilişki içerisinde kalabilmek, hayal kırıklığına uğradıklarında ya da terk edildiklerinde bu duygularla başa çıkabilmek çok daha zordur. Bu bireyler, ilişkilerinde partnerlerine duygusal bir yatırım yapmakta zorluk yaşarlar. Tüm bunlar narsisistik bireylerin sevme kapasitelerinin olmadığını akla getirmektedir. Aslında narsisistik bireyler bir başka insanı sevebilirler; ancak başkalarını da kendilerini olduğu kadar kötü sevdikleri söylenebilir.
Doguştan yetişkinliğe Depresyon
Depresyon, toplumda en sık karşılaşılan psikolojik rahatsızlıklardan biridir. Bu durum sik olarak üzüntü ile eş anlamlı kullanılsa da, üzüntü negative olaylara verilen doğal bir tepkidir.
Ancak klinik depresyon, çok daha ciddi bir tabloya işaret etmekte ve kişinin gündelik işlevselliğinde bozulmaya sebep olmaktadır.
Depresyon belirtileri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• Çökkün duygu durumu
• Etkinliklere karşı ilgide belirgin azalma ya da bunlardan zevk almama durumu
• Kilo verme ya da kilo alma ya da yeme isteğinde azalma ya da artma
• Uykusuzluk çekme ya da aşırı uyuma
• Aşırı hareketlilik (ajitasyon) ya da yavaşlama
• Bitkinlik ya da enerji düşüklüğü
• Kiside değersizlik ya da uygunsuz suçluluk duyguları
• Düşünmekte ya da odaklanmakta güçlük çekme ya da kararsızlık yaşama
• Kendini öldürme ya da kendini öldürmek üzere özel bir eylem tasarlama girişimi yapma
Depresyonda Aile Özellikleri
Depresyonun temelleri hayatın ilk dönemlerinde atılmaktadır. Yapılan çalışmalar, farklı aile dinamiklerinin, ileriki yaşamda görülen depresyonda rol oynadığını göstermiştir.
Yaşamın ilk yıllarında maruz kalınan gerçek ya da sembolik bir kayıp, depresyonun en önemli tetikleyicilerindendir. Bebek, dünyaya geldiğinde sakinleşebilmek ve duygularını düzenleyebilmek için yeterli donanıma sahip değildir. Bu nedenle anneye, annenin sesine, hareketlerine ihtiyaç duyar. Annesinin orada olup, ihtiyaçlarını karşıladığını bilmek, kendisini güvende hissetmesini sağlar. Bu noktada anneden ayrılma, tehlikeli bir dönüm noktası olabilir. Bebek baş edemediği bir durumla karşılaştığında, annesini aramaya başlar. Bulamadığında ise, önce endişelenir, sonrasında daha çaresiz ve kayıtsız bir konuma geçer. Bu tür hazır olunmayan bir ayrılık yaşantısı, ileriki yaşamda depresyonun ortaya çıkmasını mümkün kılar. Birçok araştırma, bebeğin 6 aydan önce annesinden travmatik bir şekilde ayrılması ile ileride depresyon geliştirmesi arasında anlamlı bir bağlantı olduğunu bulmuştur.
Bazen de bebeğin anneden ayrılışı, anne için zorlayıcı bir durum haline gelebilir. Doğal gelişim sürecinde çocuk, anneden ayrılmaya yönelik girişimlerde bulunacaktır. Anne, bir yandan çocuğun artan özerkliğine dair keyif duyarken; diğer yandan bu ayrılığa dair yoğun üzüntü duyabilir. Bu durumda anne çocuğun bagimsizligina engel olabilir ya da çocuğu hazır olmadığı bir şekilde kendisinden uzaklaştırabilir. Her iki durumda da çocuk kendiliğini kötü olarak deneyimleyecek; bu durum da ilerideki depresyona temel oluşturacaktır.
Ölüm gibi ciddi bir kayıp da ileriki yaşamda depresyon görülmesinde etkilidir. Çocuğun 2 yaş gibi, gelişimsel olarak olayları sadece iyi ve kötü olarak kategorize ettiği bir dönemde yaşadığı kayıp, bu olaydan kendisini sorumlu tutmasına ve bu kaybın nedenini kendisinin kötü biri oluşuna dayandırmasına sebep olabilir. Ayrıca bazı aileler, yas tutmak yerine bu durumu inkar etmeye eğilimlidirler. Çocuğun da, yas tutması engellenebilir, ağlamaması ve güçlü olması gerektiği mesajı verilebilir ya da kaybedilen nesne olmaksızın çok daha iyi bir hayatı olacağı fikrine uyum sağlaması için ısrar edilebilir. Tüm bunlar, ileriki yaşamda depresyona sebebiyet verecek faktörler arasındadır.
Depresif hastanın gelişimsel öyküsünde, sıklıkla depresif aile üyeleri bulunmaktadır. Bu durumda çocuk, ebeveyninin yaşadığı depresyondan etkilenir; ihtiyaçlarını ebeveynine bir yük olarak görüp, talep etmekten kaçınır ve doğal ihtiyaçlarından dolayı suçluluk hisseder. Ayrıca genellikle çocuktan beklentilerin yüksek olduğu bir aile yapısı göze çarpmaktadır. Aile düşük kendilik imgesi ile kendisini başarılı bulmaz ve çocuktan, kendi başarısızlıklarını telafi etmesini bekler. Bu durumda çocuk için sevgiyi alabilmenin yolu, ailenin beklentilerini karşılamak ve başarılı olmak haline gelmiştir.
Bazı depresif bireylerin geçmişinde, fazlasıyla koruyucu ve sevgi dolu bir aile ortamı göze çarpmaktadır. Çocuk böyle bir aile ortamında, saldırgan dürtülerini anne yada babanin yönlendirmekte zorlanır ve bu dürtüleri inkar etmeye başlar. Şikayet edip, kendini ortaya koyabileceği bir ortam bulamadığı için özgüven gelişminde sıkıntılar yaşar. Çocuk iyi şeyler yaptığında övülürken, bir olaya karşı gelişinde ya da kendi otonomisini kazanmaya dair adımlar attığında eleştirilir ve kötü olmakla suçlanır. Bu da çocuğun, ileriki yaşamında kendisini ortaya koymasının önünde bir engel oluşturur.
Son olarak; depresif kişinin geçmişinde, eleştirici, cezalandırıcı, mükemmeliyetçi bir aile yapısı da gözlenmiştir. Eleştirel parental (yani anne yada baba) , çocuk tarafından içselleştirilir. Bu nedenle kişi, mükemmeliyetçi parental gibi, hayatı geçilmesi gereken bir sınav gibi görür. Hayatından keyif aldığını hissettiği zamanlarda, buna dair suçluluk duyar ve böylece hiçbir şeyden keyif alamaz bir hale gelir.
Özetle; erken dönemde yaşanan travmatik kayıp ve ayrılıklar, ailenin çocuğun yas tepkilerine yönelik inkar edici tutumları, ailede depresyon hikayesinin oluşu, çocuğun saldırgan dürtülerini ifadesine izin vermeyen ya da fazla eleştirel aile yapısı; ileriki yaşamda depresyonun ortaya çıkışında rol oynayan önemli faktörler görülmektedir.
Psikoterapi depresyonda nasıl işlemektedir?
Psikoterapide kişinin erken dönemde yaşadığı travmatik kayıp ve ayrılıklar, ebeveynlerin geçmişteki tutumlarının kişinin bugünkü duygudurumunu nasıl etkilediği gibi konular çalışılır. Bu sürecin sonunda; kişi erken dönem yaşantılarında oluşturduğu savunma mekanizmalarının depresif duygudurumu üzerindeki etkisini anlamlandırır. Daha işlevsel savunma mekanizmalarının kullanılmasıyla, kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyen suçluluk, umutsuzluk ya da çaresizlik gibi duygulardan uzaklaşması, hayattan daha fazla keyif alabilir hale gelmesi ve yaşam işlevselliğinde artış görülmesi beklenir.
Psikoterapi Nasıl İşler?
Terapi odası, kişinin zihnindekilerini ve yaşadıklarını sansürsüz bir şekilde aktarıp, yargılanmadan eleştirilmeden anlaşılmaya çalışılacağı bir yerdir. Psikoterapide amaç, kişinin kendi hayatında yaşadığı zorlukların arkasında yatan dinamikleri keşfetmek ve daha işlevsel döngülere dönüştürmektir.
Psikoterapide sadece günün problemi, günün koşullarında, o gün anlatıldığı kadarıyla ele alındığında kalıcı bir iyilik haline ulaşmak zordur. Bu nedenle daha derin bir bakış açısı ve değişim sağlanabilmesi için, bütünsel bir yaklaşımla kişinin çocukluk deneyimleri, tekrar eden davranış ve ilişki döngülerini çalışılır.
Kişinin kendisini bir bütün hissedip, kendisi ve çevresiyle ilişkini anlamlandırabileceği bu yolculukta terapist yolu gösteren kişi değil, bu yolculukta kişiye eşlik eden bir ayna işlevi görür. Terapi süreci, hangi yolun neden ve nasıl seçildiği, hep aynı yollara mi girildiği ve başka nasıl yolların var olabileceğinin keşfedildiği bir yolculuktur.
Psikoterapi desteğinde kişinin terapistiyle olumlu bir güven ilişkisini oluşturabilmesi, sürecin verimli ilerleyebilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. İdeal bir psikoterapi süreci danışanla terapistin yüz yüze, uygun bir ofis ortamında ve belirlenmiş sınırlar çerçevesinde, haftada en az 1 kere, 50 dakikalık seanslar için bir araya gelmesiyle gerçekleşir.
Bulunduğunuz şehir ya da ülkede terapi desteğine ulaşması mümkün olmuyorsa, danışanlar için uzaktan (online) yarim desteği almak da tercih edilebilecek bir yöntemdir.